İdari yargıda terditli dava açılabilir mi ?

Baris

Yeni Üye
İdari Yargıda Terditli Dava Açılabilir mi? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Bağlamında Bir Değerlendirme

Toplumun adalet anlayışı, yalnızca kanun metinlerinde değil, o metinleri nasıl yorumladığımızda da gizlidir. Bu yüzden bugün sizlerle idari yargıda “terditli dava” açılıp açılamayacağına dair teknik bir konuyu, biraz daha farklı bir yerden, yani toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet penceresinden konuşmak istiyorum. Çünkü bazen hukukun dili soğuk, biçimsel ve teknik kalıyor; oysa adalet duygusu, insan hikâyeleriyle şekillenir.

Kendimi, bu forumun duyarlı üyelerine içtenlikle seslenen biri gibi hissediyorum. Çünkü bu tartışmanın özünde, sadece “dava türleri” değil; aynı zamanda adalete erişimde eşitlik, empati, farklı bakış açıları ve toplumsal duyarlılıklar da var. Gelin birlikte düşünelim: “İdari yargıda terditli dava” tartışmasını, bireylerin yargı karşısındaki eşitliği, toplumsal roller ve adaletin cinsiyetli boyutları üzerinden yeniden okuyabilir miyiz?

---

1. Terditli Dava Nedir ve İdari Yargıda Durum Ne?

Öncelikle kavramı hatırlayalım: Terditli dava, birden fazla talebin “öncelik sırasına göre” ileri sürüldüğü dava türüdür. Davacı, birinci talebi kabul edilmezse, ikinci veya üçüncü sıradaki taleplerinin değerlendirilmesini ister. Bu, özellikle özel hukukta (örneğin hukuk yargılamasında) esneklik ve hakkaniyet sağlar.

Ancak idari yargıda — yani birey ile devlet arasındaki uyuşmazlıkların çözüldüğü sistemde — kural olarak terditli dava kabul edilmez. Bunun nedeni, idari yargının “iptal” ve “tam yargı” gibi kesin dava türlerine dayanmasıdır. İdari yargıda, davacının talebi net, açık ve belirli olmalıdır. Terditli dava, bu netliği bulanıklaştırabileceği gerekçesiyle sistemin dışında tutulmuştur.

Ama burada sormamız gereken şu: Bu katı yaklaşım, gerçekten adalete hizmet ediyor mu? Yoksa, farklı yaşam koşullarındaki bireylerin adalete erişimini zorlaştırıyor mu?

---

2. Hukukun Cinsiyeti: Empati, Analiz ve Farklı Yaklaşımlar

Toplumsal cinsiyet teorisi bize, hukuk gibi “tarafsız” görünen sistemlerin bile erkek egemen düşünce yapılarından etkilendiğini öğretir. Kadınlar, hukuku daha empatik, daha bağlamsal bir yerden yorumlama eğilimindeyken; erkekler genellikle analitik, çözüm odaklı, yapılandırılmış yaklaşımlar sunar. Bu iki yönün birlikte varlığı, aslında adaletin çok sesliliğini besler.

Bir kadın hukukçunun terditli dava tartışmasına bakışı, “vatandaşın duygusal ve sosyoekonomik yükü” üzerinden olabilir: “İdareyle mücadele eden birey, alternatif taleplerini aynı dava içinde dile getirebilmelidir; çünkü belki hak arama gücü sınırlıdır.”

Bir erkek hukukçu ise meseleyi daha normatif okur: “İdari yargının sistematiği, net talep gerektirir; aksi halde idare hukuku kaotik hale gelir.”

İkisi de haklıdır, ama bu haklılık, adaletin tek bir yoldan gelmediğini gösterir. Hukukun soğuk yüzü ile insanın kırılgan gerçekliği arasında bir köprü kurmak, belki de toplumsal cinsiyetin hukukla ilişkisini yeniden düşünmekle mümkün olur.

---

3. Çeşitlilik Perspektifi: Herkesin Aynı Noktadan Başlamadığı Bir Sistem

İdari yargı, devletle birey arasında kurulan bir denge alanıdır. Ancak bu dengenin herkes için eşit olmadığını biliyoruz. Ekonomik güç, eğitim seviyesi, sosyal çevre, hatta cinsiyet — tüm bunlar yargıya erişimde belirleyici olur.

Kadınlar genellikle kamu işlemlerinden doğan mağduriyetlerde — örneğin sosyal yardımlar, idari cezalar, kamu istihdamı — daha kırılgan konumdadır. Eğer terditli dava idari yargıda kabul edilseydi, kadınlar için bu, “birden fazla ihtimali aynı anda ifade edebilme” fırsatı olurdu. Yani, adaletin önünde tek bir kapı değil, birkaç kapı olabilirdi.

Bu noktada şunu da düşünmeliyiz: Hukuk sistemleri, her bireyin eşit koşullarda mücadele ettiği varsayımıyla kurulur. Oysa toplumsal gerçeklik, bu varsayımı yalanlar. Terditli dava imkânı, belki de bu eşitsizliğe küçük bir denge unsuru getirebilirdi.

---

4. Sosyal Adalet Boyutu: Yargısal Erişimde Duyarlılık

Sosyal adaletin özünde, hukukun yalnızca “doğru kararı” vermesi değil, o karara giden yolun da adil olması yatar. Bir davacının idari yargıya başvururken, olası alternatif sonuçları aynı dilekçede sunabilmesi, onun yargısal eşitliğini güçlendirebilir. Özellikle dezavantajlı gruplar için bu, “sesini duyurabilme” meselesidir.

İdari yargının biçimsel yapısı, elbette ki düzeni korumayı amaçlar. Ancak düzen, bazen adaletin önüne geçtiğinde, hukuk soğur. O yüzden bu tartışmayı yalnızca “uygulanabilirlik” açısından değil, “etik ve toplumsal duyarlılık” açısından da değerlendirmeliyiz.

---

5. Forumdaşlara Açık Çağrı: Adaletin Cinsiyeti Var mı?

Buradan siz değerli forumdaşlara sormak istiyorum:

- Sizce hukukun tarafsız olduğu iddiası, toplumsal gerçeklerle ne kadar örtüşüyor?

- Kadınların empati odaklı, erkeklerin ise çözüm merkezli yaklaşımları yargı kültürüne nasıl yansıyor?

- Terditli davanın idari yargıya dahil edilmesi, sizce adalet duygusunu güçlendirir mi yoksa hukuki belirsizlik yaratır mı?

- Ve daha derinde bir soru: Adalet, herkes için aynı mı olmalı; yoksa farklı hayat koşullarına göre şekillenebilir mi?

---

6. Sonuç: Hukukun İnsan Yüzünü Hatırlamak

İdari yargıda terditli dava açılıp açılamayacağı, teknik olarak tartışmaya açık bir konudur. Ancak bu tartışmanın kalbinde, insanın adalet arayışı vardır. Kadınların, erkeklerin, farklı kimliklerin ve yaşam biçimlerinin ortak noktası, “adil duyulmak” isteğidir. Bu nedenle terditli davayı yalnızca bir dava türü olarak değil; bireyin kendi hikâyesini mahkemeye taşıma biçimi olarak da okumalıyız.

Belki de hukuk, artık sadece kuralın değil; duygunun, empati ve adaletin de dili olmalı. Çünkü nihayetinde, adalet hepimizin ortak dili — ama her birimizin farklı aksanıyla konuşuluyor.

---

Söz sizde, forumdaşlar.

Sizce, idari yargıdaki katı dava türleri, adaletin önünü mü açıyor, yoksa farklı sesleri bastırıyor mu?

Terditli dava, sistem için bir “tehdit” mi, yoksa adaletin “tercih hakkı” mı olmalı?