Emare konusu kaç kitap ?

Emre

Yeni Üye
Selam forumdaşlar,

Bugün “Emare konusu kaç kitap?” sorusunu sadece sayısal bir merak olarak değil, toplumsal bir gösterge olarak ele almak istiyorum. Çünkü bazen kitapların sayısından çok, hangi seslerin, hangi kimliklerin, hangi hikâyelerin o kitaplarda yer bulduğunu konuşmak gerekir. “Emare” yalnızca bir edebî başlık değil; aynı zamanda toplumun vicdanında yankı bulan bir sembol, kimlerin konuşabildiğini ve kimlerin susturulduğunu gösteren bir ayna. Gelin, bu konuyu toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet ekseninde masaya yatıralım.

---

Emare: Kaç kitap değil, kaç ses?

Soruyu ters çevirelim: “Emare konusu kaç kitap?” yerine “Emare kaç farklı bakış açısıyla anlatıldı?” diyelim. Çünkü mesele sayıda değil, temsilde. Kadın yazarların, LGBTİ+ bireylerin, farklı etnik ve sınıfsal kimliklerin “emare”leri nasıl algıladığına, hangi duygularla yazdığına baktığımızda, o kitapların toplamı aslında bir toplumsal bellek mozaiğine dönüşüyor.

Bir erkek yazar için “emare”, belki rasyonel bir kanıt, bir olayın çözümündeki ipucudur. Kadın bir yazar içinse “emare”, duygusal sezgiyle, ilişkilerdeki mikro jestlerle, toplumsal baskının bıraktığı izlerle ilgilidir. Birinde olayın “nasılı”, diğerinde ise “neden”i ön plandadır.

Bu nedenle, “emare”yi sadece polisiye veya dedektif anlatısı bağlamında değil, toplumsal cinsiyetin olay örgüsüne nasıl sızdığı bağlamında okumak gerekiyor.

---

Toplumsal Cinsiyetin İzinde: Kadınların Empatiyle Okuduğu Emareler

Kadın karakterler ya da kadın yazarlar “emare”yi çoğu zaman bir delil değil, bir duygusal iz olarak görür.

Bir bakış, bir sessizlik, bir cümledeki eksiklik… Bunlar kadının toplumsal varoluşundaki “okunmamış emareler”dir. Kadınlar çoğu zaman sistematik olarak görmezden gelinen sinyalleri okuma konusunda toplumsal olarak eğitilmişlerdir; çünkü hayatta kalmak için bu sezgiye ihtiyaçları olmuştur.

Toplumsal baskılar, şiddet, eşitsizlik—bunların hepsi kadınların “emare” algısını daha derin ve duyusal hale getirir. Bu yüzden kadın yazarların metinlerinde “emare” sadece bir olayın çözümüne değil, adaletin duygusal katmanlarına da işaret eder.

Empati odaklı yaklaşım, olayların ardındaki insan hikâyelerini açığa çıkarır:

– Kimin sesi kısılmıştır?

– Kimin hikâyesi başkası tarafından anlatılmıştır?

– Hangi emare, susturulmuş bir çığlığın yankısıdır?

Bu sorular, “emare”yi edebiyatın vicdanına taşır.

---

Erkeklerin Analitik Yaklaşımı: Rasyonel Emarelerin Anatomisi

Erkek karakterler ya da erkek yazarlar genellikle “emare”yi bir problemin çözüm bileşeni olarak kurgular.

Bir bulmaca vardır, parçalar toplanır, akıl yürütülür ve sonuç bulunur. Bu yöntem, aklın zaferidir; fakat duygunun görünmezliğini de beraberinde getirir. Erkek anlatılarında emare, bir “işaret”tir ama nadiren bir “duygu izi”dir.

Yine de bu bakış, kendi içinde değerlidir; çünkü sistematik düşünme, mantık yürütme, olaylar arasındaki nedenselliği keşfetme becerisi olmadan toplumsal çözüm üretmek mümkün değildir.

Ancak mesele şu:

Rasyonel yaklaşım, duygusal gerçekliği dışladığında, adaletin kalbini yitirir.

Empati olmadan çözüm, eksik kalır; çözüm olmadan empati, sonuçsuz kalır.

Bu nedenle, toplumsal cinsiyetin iki yönünü dengeleyen bir okuma pratiği gerekir:

Kadının sezgisel ve empatik okuması ile erkeğin yapısal ve analitik okuması birleştiğinde, “emare” yalnızca bir delil değil, insan deneyiminin bütünlüklü bir haritası olur.

---

Çeşitlilik: Tek Hikâyenin Tehlikesi

Eğer “emare” sadece bir sınıfın, bir cinsiyetin, bir etnik grubun gözünden anlatılırsa, o zaman bütün diğer hikâyeler eksik kalır.

Çeşitlilik, sadece “temsil” meselesi değildir; anlamın derinliği meselesidir.

Bir göçmenin yazdığı “emare”, kaybolmuş bir kimliğin izidir.

Bir trans bireyin “emare”si, kimliğini kanıtlama mücadelesidir.

Bir işçi kadının “emare”si, görünmez emeğinin kanıtıdır.

Bir engelli bireyin “emare”si, toplumun kör noktalarını gösteren bir aynadır.

Bu farklı emareleri bir araya getirdiğimizde, aslında toplumsal adaletin haritasını çizmiş oluruz.

Kaç kitap yazıldığı değil, hangi dünyaların o kitaplarda konuşabildiği asıl meseledir.

---

Sosyal Adalet Perspektifi: Adaletin Delilleri

“Emare” kelimesinin kendisi zaten adaletle ilişkilidir.

Bir suçun kanıtı, bir haksızlığın izi, bir gerçeğin kapısı.

Toplumsal düzlemde baktığımızda “emare”, adaletin bilgi tabanıdır.

Fakat bu bilgi kimin elinde?

Kimin sesi “delil” sayılıyor, kimin sesi “duygu” diye geçiştiriliyor?

İşte sosyal adalet burada devreye girer.

Toplumsal cinsiyet adaleti, farklı kimliklerin eşit derecede “inandırıcı tanık” sayıldığı bir dünya demektir.

Bir kadın, bir göçmen, bir LGBTİ+ birey ya da işsiz bir genç “emare” sunduğunda, toplum onu otomatik olarak “güvenilmez” kategorisine atmamalıdır.

Gerçek sosyal adalet, herkesin gerçeğinin dinlenmeye değer olduğunu kabul ettiğimizde başlar.

---

Forumdaşlara Sorular: Kimin Emareleri Görülmüyor?

– Sizce hangi grupların “emareleri” hâlâ toplum tarafından okunmuyor?

– Erkeklerin rasyonel yaklaşımı mı, kadınların empatik sezgisi mi adalete daha yakın? Yoksa ikisinin karışımı mı?

– Bir hikâyede çeşitliliği sağlamak, sanatın kalitesini mi artırır, yoksa odağını mı dağıtır?

– Sosyal adaletin “delilleri” kimlerin elinde olmalı: Yazarların mı, okurların mı, yoksa karakterlerin mi?

– “Emare” bir suçun değil, bir haksızlığın iziyse; biz okurlar olarak hangi izleri görmezden geliyoruz?

---

Son Söz: Kaç Kitap Değil, Kaç Yüz

“Emare konusu kaç kitap?” sorusu, yüzeyde edebî bir merak gibi görünse de derinlerde bir toplumsal adalet çağrısıdır.

Bu soruyu yanıtlamanın en doğru yolu, kitap saymak değil, ses saymaktır.

Her bir “emare”, susturulmuş bir hikâyenin yankısı olabilir.

Kadınların empatisiyle, erkeklerin analitiğiyle, farklı kimliklerin deneyimiyle yoğrulmuş bir edebiyat; adaleti yalnız mahkemelerde değil, kalplerde de kurar.

Forumdaşlar, şimdi siz söyleyin:

Toplumun hangi emarelerini görmezden geliyoruz?

Ve bu sessizlik, kaç kitap eder?